Dienstag, 12. Februar 2013

Ortak deklarasyon Yeryüzüne Özgürlük Dernegi

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi”ne KARŞI ÇIKIYORUZ!

10 Mayıs 2012 Perşembe
Animal Protection Group Arbeitsgruppe für Tierrechte e.V. Dernegi Almanya
asagidaki istemlere tamami ile katilmaktadir.


Yeryüzüne Özgürlük Derneği’nin sitesinden alınmadır.

5199 Sayılı Hayvanları Koruma Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi”ne KARŞI ÇIKIYORUZ!
“Hayvanların Yasal Olarak Daha Kolay Öldürülebileceği Bir Süreç Başlayacak”
2004 yılından beri yürürlükte olan ve şu ana kadar hiçbir hayvanın sorununa kalıcı çözüm sağlayamamış olan, AB güdümü ve zorlaması ile çıkarılmış ve gitgide hayvan hakları ihlallerinin artmasına neden olan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanununda birtakım değişiklikler yapılması hakkında 2 / 366 esas no ile 08. 02.2012 tarihinde TBMM Başkanlığı’na gelen kanun teklifi, meclis komisyonlarında görüşülmek üzere beklemektedir. Meclisteki tüm siyasî partilerin desteğini aldığı, bir basın toplantısı ile duyurulan kanun değişikliği teklifi, yasalaştığı takdirde hayvan hakları ihlallerinin artık cezaî yaptırım ile karşılık bulacağı kamuoyuna duyurulmuştur.

Ancak söz konusu teklifin içeriği incelendiğinde, yürürlükte dahi olmayan yasaların da teklife dahil edildiği ve hak kavramının dokunulmazlığına atıfta bulunulmasına rağmen, “hakların bütünlüğü” ve “yaşam hakkının dokunulmazlığı”ndan ziyade, teklifin, hakların nasıl esnetileceğinin yasal dayanağı haline geleceği ve yeni hayvan katliamlarının önünü açacağı alenen anlaşılmaktadır. Tıpkı 5199 sayılı Kanunun yasalaşma aşamasında, hayvanlara birtakım haklar verilecekmiş gibi tanıtılan yasa tasarısında olduğu gibi bu teklif de hayvanların zaten sahip olduğu hakların uygulanabilirliği ya da geliştirilmesinden son derece uzaktır.
5199 SAYILI “KORUMA” KANUNU, HAYVAN KATLİAMLARINI DURDURMADI
5199 sayılı Kanunun, tasarı aşamasında ve yürürlükten sonraki süreçte de, söz konusu kanun içinde, hükümleri mahfuz kalmak üzere bulundurulan ve şu anda yürürlükte olmayan (mülga) 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanunu sayesinde binlerce hayvan katledilmeye devam edilmiştir. Adı “Hayvanları KORUMA Kanunu” olan bir yasanın, hayvanların nasıl katledileceğini belirleyen bir kanunun hükümlerini saklı tutmak koşuluyla, hayvanları koruyamayacağı, yaşam hakkının garanti altına alınmasını sağlayamayacağı son derece açıktır.
Yürürlükten kaldırılan 3285 sayılı Hayvan Sağlığı ve Zabıtası Kanununa ikame amacıyla 2010 yılında yürürlüğe giren 5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanunu da hayvanların nasıl korunacağını ya da yaşatılacağını değil, hayvanların nasıl bertaraf edileceğini ve katledileceğini hükme bağlamıştır. Bu kanun yasalaşırken, ilgili mercilere yaptığımız başvurular yanıtsız bırakılmış, defalarca kamuoyu tepkisi oluşturmamıza karşın tepkilerimize ısrarla kulak tıkanmış, “hayvan refahı” adı altında hayvan katliamlarının meşru bir zemine başarı ile oturtulduğu bir döneme girilmiştir.
TEKLİFİN GENEL GEREKÇESİNDEKİ “TOPLUM VİCDANI”, UÇUCU ve GERÇEKDIŞI BİR İFADEDİR
Teklifin genel gerekçesinde; “hayvanlara yapılan kötü muamele ve cezaların etkisiz kalması nedeniyle, toplum vicdanının 5199 sayılı Kanun çıktığından beri yaralandığı” gerçeğinden bahsedilse de böyle bir “kurum”dan bahsetmek, birçok toplumsal gerçeklikten uzaklaşıldığının bir kanıtıdır. Çünkü bahsedilen “toplum vicdanı” kurumu, sadece uçucu ve samimi olmayan kamuoyu tepkilerinden ibarettir ve toplumsal meselelerin çözümüne hiçbir şekilde katkı sağlamamaktadır.
Eğer böyle bir gerçekliğin varlığı mümkün olsaydı, on milyonlarca insan, artık sistematik hale dönüşen kadın cinayetlerine karşı başta kadını değil de aileyi koruyan bir yasanın yürürlüğe girmesi karşısında sokaklara dökülmeliydi; 2011′in son günlerinde devletin savaş uçakları ile bedenleri paramparça edilen insanlara, kendi ülkelerinin vatandaşlarına reva görülenlere karşı isyan etmeliydi; yüzyıllardan beri aynı toprakları paylaştıkları insanların, komşularının evlerinden, doğup büyüdükleri yerlerden sürülmelerine, tecavüze uğramalarına, katledilmelerine karşı çıkmalıydı; “en sadık dost” diye iğrenç, yararcı bir yaklaşımla tanıtılan sokak köpeklerinin her gün yüzlercesinin, ulu orta ya da kapalı kapılar ardında katledilmesine ses çıkarmalıydı; ilaç ve gıda endüstrisi tekellerinin kâr hırsları uğruna canlı canlı yakılan, ölüme gönderilen ama zamanı geldiğinde de her şekilde sömürülen “çiftlik hayvanları” için bir şeyler yapmalıydı, yeryüzündeki tüm ayrımcı düşünce yapılarından ve tahakküm biçimlerinden rahatsız olup başta kendisini ve içinde yaşadığı toplumun bir dönüşüme sevkedilmesi için çabalamalıydı…
Devlet baskısıyla tek tipleştirilen toplum, sadece kendisi gibi olanı düşünmekte, gözetmekte; “öteki” bireyleri, canlıları, grupları, toplulukları “harcanabilir” kılarak bizzat kendi eliyle sürgüne göndermekte, katliamcıların, sömürücülerin kucağına oturtarak teslim etmektedir. Günümüzde sistemli bir soykırıma tabii tutulan hayvanlar da toplumda hakim olan bu zihniyetle, insanmerkezcilikle katledilmekte, sürgüne yollanmakta ve tecrit edilmektedir.
Hayvanları koruma iddiası ile yasalaştırılmak istenen bu teklif, daha ilk başta, olmayan “toplum vicdanı” ile genel gerekçesinde kokmaya başlamıştır. Bu yasa teklifi de tıpkı mevcut olan diğer mevzuat gibi sağlayacağını iddia ettiği sahte adaleti ile hak ihlallerini meşrulaştıracak ve hayvanlara yaşatılan zulmü, devletçe ve toplumca mağdur edilen halkların, grupların acılarında olduğu gibi topluma unutturmaya yarayacaktır.
YASA TEKLİFİNİN ÖZÜ, İDDİA EDİLDİĞİ GİBİ TÜM CANLILARIN HAKLARINI KORUYARAK TEMİNAT ALTINA ALMAK DEĞİLDİR
Teklifin yine genel gerekçesinde, yasanın özünün, tüm canlıların her türlü hakkının korunarak teminat altına alınması olduğu iddia edilmektedir. Bu iddia da “toplum vicdanı” kurumu gibi bir yalandan ibarettir. Teklifte, sirk hayvanlarının, mezbahalarda ne şekilde katledildikleri görüntülerle sabit olan “çiftlik hayvanları”nın, deneylerde izinli ya da izinsiz kesilip biçilen, ruh hastası edilen, uyuşturucu bağımlısı edilen hayvanların hakları da kapsamlıca korunabilecek midir? Haklar, esnetilerek değil ancak koşulsuzca saygı duyularak ve uygulanarak korunabilir. Bu anlayıştan oldukça uzak olan teklifçe değiştirilmesi önerilen maddeler, hak savunusu aracı olarak kullanılamaz.
2011′in son haftasında jet hızıyla Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın Resmî Gazete’de yayımladığı birçok yönetmeliğin varlığı ile, zaten hakların koşulsuz korunacağı iddiasının gerçekleştirilebilmesine de imkân ve ihtimal bulunmamaktadır. Ayrıca, söz konusu teklifte hepsi başlı başına birer zulüm endüstrisi haline gelmiş hayvan yetiştiriciliği konusuna ucundan dahi değinilmemekte, “hayvan refahı” anlayışıyla zulmün sadece biraz daha hafifletilmesi amaçlanmaktadır. Çünkü aksi düşünüldüğünde ya da beyan edildiğinde “toplum menfaati” zarar görecek endişesiyle siyasî partiler oy kaygısı taşıyacaktır.
TEKLİF, MEVCUT MEVZUATTAN BİHABER OLARAK YAZILMIŞTIR ve MEVZUATLA ÇELİŞMEKTEDİR
Şubat 2012′de TBMM Başkanlığı’na sunulan yasa teklifi, halen 3285 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu zannı ile yazılmıştır. Halbuki bu yasa, daha önce belirttiğimiz gibi 5996 sayılı Gıda, Yem ve Veteriner Hizmetleri Kanununun yürürlüğe girmesi ile yürürlükten çekilmiştir, artık uygulanmamaktadır.
Bu, söz konusu teklifi yazanların, hayvanları ilgilendiren T.C. mevzuatını gayrıciddi bir şekilde takip ettiğinin ve bu teklif örneğinde olduğu gibi birçok felaketin önünü açacak yasalara ne şekilde yaklaşıldığının bir kanıtıdır. Hayvansever çevreleri ise bu yasa teklifi ile “uyutma” diye tabir edilen cinayet şeklinin yasallaşacağı konusunda gereksiz bir çırpınış içindedir. Çünkü, 5996 sayılı Kanunun “Hayvan Refahı ve Zootekni” diye geçen Üçüncü Bölümü’ndeki “Hayvan Refahı” başlıklı 9. maddesinin 3. fıkrası, “ötanazi” kılıfı altında, istisnaî durumlarda, sadece bir veteriner hekimin “olur”uyla hayvan cinayetlerini meşru bir zemine dayandırmıştır. Bu konudaki kamuoyu tepkisi oluşturma çabaları da gerek devlet gerekse hayvansever camia tarafından yok sayılmış, 5996 sayılı Kanun ile hayvan cinayetleri, sadece bir insanın vereceği karar ile olanaklı hale getirilmiştir.
Yine bu teklif, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın çıkartmış olduğu yeni mevzuatla da çelişmekte, yasalaşması düşünüldüğünde bile mevcut mevzuatın varlığı sebebiyle hayvanlara hiçbir yarar sağlayamayacaktır. Mevcut mevzuattan bihaber olan bu teklifi kaleme alanlar ve hayvansever camiası, tepkilerini dile getirmekte oldukça geç kalmıştır.
Teklif, Alman Medenî Kanunundaki 90. maddenin son fıkrasında yer alan “hayvanların bir eşya ya da mal olmadığı”na dair hükme sürekli olarak atıfta bulunsa da hayvanların insanlar gibi birer “birey” olduğu gerçeğinden oldukça uzakta olan bir anlayışı gütmektedir. Kanunda ağırlıklı olarak “pet” hayvanların ve “yük hayvanları”nın haklarına dair hükümler bulunması da bunun kanıtıdır. Teklif, her ne kadar hak kavramına bütüncül bir bakış açısıyla yaklaştığını iddia etse de birçok hüküm havada kalmakta, mevcut kanunun haklar açısından esnekliğine benzer bir şekilde, hayvan cinayetlerine ve katliamlarına yol açan istisnaî durumlar, birtakım yaptırımlar ya da prosedürler eşliğinde sıralanmaktadır. Oysaki Türkiye’nin de taraf olduğu Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi, var olan ve doğuştan gelen hakları net bir şekilde sıralamış ve mümkün olduğunca -devletlerin varlığına rağmen- bu hakların esnetilmemesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Aksi durumlarda günümüzde olduğu gibi hayvanların soykırım, sürgün ve tecrit koşullarından kurtulamayacağına işaret etmiştir.
KANUN TEKLİFİ, KENDİSİ İLE DE ÇELİŞMEKTEDİR; HAYVAN KATLİNİN ÖNÜNÜ AÇMAKTADIR
Kanun teklifinin gerekçeli 6. maddesinde “Bir canlının, sahipsiz veya güçten düşmüş olması, onun ölüm nedeni olamaz, olmamalıdır” denmesine rağmen, kanuna eklenmesi arzulanan yeni üç fıkra ile teklif, kendisi ile de çelişmektedir. Teklif, istisnaî durumlarda illerde üç veteriner hekim; ilçelerde ise belediye veteriner hekim raporu ile uygun dozda anestezi verilmek suretiyle “acısız” bir şekilde uyuşturularak iğne ile hayvanların “uyutulması”na olanak tanımaktadır.
Teklifi kaleme alanların, hayvan konusu ile yakından uzaktan bir ilgisi olmadığını daha önce defalarca belirtmiş olsak da burada yasal bir cinayete izin verilmesinde bir sakınca görülmemesi gibi büyük bir aymazlık da karşımıza çıkmaktadır. Cinayeti, “uyutma” tanımlamasıyla hafifletme çabası içine girildiği alenen farkettirilmekte, devletin ve yerel yönetimlerin hayvana “çöp” muamelesi yaptığı ya da “zararlı” tanımlamasında bulunduğu göz ardı edilmekte ya da bu bakış açısı dikkate alınmamaktadır. Bu teklif, sokakların hayvanlardan arındırılması için yıllardır ölüm makinesi gibi çalışan devlete, başıboş hayvanların kökünün kazınabilmesi için yeni ve “kaçırılmaması gereken” bir fırsat daha sunmaktadır.
İstisnaları olmakla birlikte, Türkiye’de belediyeler ya da tarım müdürlükleri bünyesinde görev yapan veteriner hekimlerin, kapsamlı bir teşhis koyacak kadar meslekî yeterliliği bulunmamaktadır. Yeterince meslekî bilgiye sahip olan veteriner hekim ise İstanbul gibi metropollerde dahi devlete ait hayvan kliniklerinde, barınaklarda, müşahede yerlerinde ya da bakımevlerinde yeterli tanı olanakları (kan tahlili cihazı, viral hastalık testleri, röntgen, ultrason cihazı vb.) bulunmadığından hasta hayvana kesin teşhis koyma olanağı da bulamaz ki bu teşhis imkânlarının yorumlanması da ayrı bir meslekî bilgiyi gerektirir.
Ayrıca “uygun dozda anestezi” ifadesi, yoruma ve keyfiyete son derece açıktır. Türkiye’de yerel yönetimlerin, sokak hayvanlarını “Lysthenon Fort” adlı anestezik ilaç ile öldürdükleri yıllardan beri bilinen bir gerçektir. Bu anestezik ilaç, uyuşturma esnasında ciddi acılara sebebiyet verebilmekte; bu ilacın başta ölüm, solunum felci, ani dolaşım bozuklukları, krizler, şoklar olmak üzere birçok ani, ağrılı, sancılı, acılı duruma sebep olduğu bilinmektedir. Kaldı ki tüm anesteziklerde de bu riskler mevcuttur.
TEKLİFTE DEVLETÇİ ZİHNİYET SÜRÜYOR; “REHABİLİTASYON” ADI ALTINDA KISIRLAŞTIRMA SOYKIRIMI DEVAM EDECEK
5199 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile barınak tanımlaması ve işleyişi de ortadan kaldırılmış, yerine “geçici bakımevi” tanımı ve sistemi getirilmişti. Her belediyeye yasa gereği geçici bakımevi açma zorunluluğu getirilmiş, belediyelerin geçici bakımevi diye açtıkları kimisi derme çatma, kimisi devasa olan yapılar, kısa süre içerisinde birer hapishane ve zulüm merkezi  haline dönüştürülmüştür. Haytap gibi “hayvan refahı” kuruluşlarınca, devlet ve belediyeler baskı altına alarak, “hayvan koruma” anlayışından oldukça uzak 5199 sayılı Kanunun uygulanması istenerek Türkiye’nin ücra köşelerine bile her türlü bakım, besleme, teşhis, tedavi imkânından yoksun, yeni hayvan hapishaneleri ve zulüm merkezleri kazandırılmıştır.
Mevzuatta geçici bakımevi diye tanımlanan zulüm tesislerine, özellikle büyük belediyelerin kurnazlığı ile “rehabilitasyon merkezi” tabelaları asılarak, halkın gözü boyanmak istenmiştir. Hayvandan kurtulmak isteyen ve hayvana karşı büyük bir tahammülsüzlüğü olan halkın büyük bir çoğunluğu da bu “hizmet”ten yararlanarak hayvanları tecride ve ölüme göndermiştir.
Mevcut yasanın sokak hayvanları için bir zorunluluk haline getirdiği “kısırlaştırma” da başlı başına bir hayvan hakları ihlali olarak karşımıza çıkmıştır. Hayvanlara kesilip biçilecek kumaşmış gibi yaklaşan belediyeler, ihaleler açarak böcek ilaçlama, kimya firmalarına kısırlaştırma işini yüklemiştir. Bu firmalar, genellikle cerrahî deneyime ve yeterli meslekî bilgiye sahip olmayan, yeni mezun veteriner hekimler, hayvandan anlamayan, iğrenen bakım ve temizlik personeli çalıştırarak, 5199 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği 2004 yılından bu yana, yerel yönetimlerden aldığı yetki aracılığıyla, kâr hırsı ile sokak hayvanlarına  tam bir soykırım uygulamıştır. Yasa ile birlikte onbinlerce hayvan masada kalmış, anesteziyi kaldıramayarak hayatını kaybetmiş, operasyon sonrası ortaya çıkan komplikasyonlar sonucunda acılı bir süreç geçirerek işkence çekmiş, ölmüş; sağ kalmayı becerenlerin birçoğu da insan desteği olmadan yaşayamayacakları taş ocaklarına, ıssız ormanlara, dağlara sürülmüştür.
Tüm bu soykırım ise yerel yönetimlerce “rehabilitasyon” olarak halka tanıtılmış, hayvan hakları aktivistleri ve toplum “aptal” yerine konmuştur. Rehabilitasyonun kelime anlamı, iyileştirmedir. Medikal terminolojide ise rehabilitasyon; canlı organizmasının fizyolojik ve anatomik bozukluklarının medikal, cerrahi ve fiziksel yöntemlerle ve yardımcı cihazlarla tamamen veya kısmen giderilmesi ve hastanın fiziksel ve sosyal yönden olası olan tam bağımsızlığının sağlanmasıdır. Kısırlaştırma operasyonu sonucunda, hayvanlar üreme organlarını yitirmekte, bu operasyon sonrasında ciddi hormonal değişiklikler sonucu vücutta ciddi yağlanmalar oluşmakta, bu da ağır kalp ve dolaşım bozukluklarına, karaciğer yağlanmalarından mütevellit iç organ harabiyetine, yetersizliğine ve haraket kısıtlanmaları, eklem deformasyonlarına neden olmakta, yani hayvanları rehabilitasyona muhtaç hale getirmekte, onları doğal yapısından uzaklaştırmaktadır. Bu nedenle, kısırlaştırma kesinlikle bir rehabilitasyon metodu olarak tanımlanamaz. Aksine, kısırlaştırılan hayvan rehabilitasyona muhtaç hale gelmiş demektir. Devlet barınaklarında genelinde, rehabilitasyon olarak sunulan “hizmet” ise, öldürme, işkence ve zorla kısırlaştırmadır.
Devletle uzlaşan ve devletle aynı çizgide olan STK’lar ve gönüllüler ise belediyelerin bu rehabilitasyon yalanına karşı çıkmayarak, kısa zamanda bu kandırmacayı benimsemiştir. Sırf bazı şirketler bu hayvanlar üzerinden para kazanacak ve sokaklar, hayvanlardan arındırılacak diye onbinlerce hayvan, daha yakalama ve barınaklara nakil esnasında hayatını kaybetmiş, kapsamlı bir soykırım, yasaya dayandırılarak uygulanmıştır ve bu soykırım halen uygulanmaktadır. Son yıllarda ise devletin de desteğiyle “mobil kısırlaştırma üniteleri” oluşturulmuş, bu ünitelerde hayvanlar, operasyon sonrasında, daha narkozdan çıkmadan sokaklara salınmış ve birçok hak ihlalinin yaşanmasına sebep olunmuştur.
Hayvan refahı düşüncesi ile kaleme alınan bu teklif nedense “rehabilitasyon” kandırmacası adı altında hayvanların “daha iyi” koşullarda soykırıma tabii tutulmasına dair herhangi bir kelam etmemektedir. Aksine kısırlaştırmanın bir şart olduğunu ve teşvik edilmesi gerektiğini söylemektedir. Kısırlaştırmayı, tüm sokak hayvanları için bir “şart” olarak koşan bu teklifin, hayvan hakları ile bağdaşmadığı da açıktır. Çünkü, bu uygulama ile hayvanın beden bütünlüğü bozulmakta, yaşam hakkı yok sayılarak hayvanlar katledilmektedir.
Teklif ile kanunda değiştirilmek istenen 8. madde için “Bir hayvanın neslini yok edecek her türlü müdahale yasaktır” denilse de kısırlaştırma, bu maddenin dışında tutulmaktadır. Halbuki devletin benimsediği ve uyguladığı kısırlaştırmadaki ana amaç, sokak hayvanlarının kökünü kurutmaktır.
“SAHİPLENDİRME” ve “SÜS HAYVANI” TANIMLAMALARI, HAYVAN HAKLARI İLE KESİNLİKLE ÖRTÜŞMEMEKTEDİR
Yasanın gerekçeli maddelerinde ısrarla altı çizilen “hayvanların eşya olmadığı” ilkesine rağmen, sahiplendirme ifadesi, bu kanun teklifinde de oldukça geniş olarak yer bulmuştur. Halbuki bir canlının ya da bireyin sahiplenilmesi, haklar temelinde mümkün değildir. Bu ifadenin, teklifte rahatsızlık verici bir şekilde vurgulanarak yer bulması, yeryüzündeki insan topluluklarının neredeyse tamamında hakim olan, hayvanın bir “köle” olarak tanımlanmasına olanak sağlayan zihniyetin, teklifin özünde devam ettiğini göstermektedir. Keza yürürlükteki mevzuatta tanım olarak geçen “süs hayvanı” ifadesinin kullanılmasına devam edilmesi ve bunda bir sakınca görülmemesi de oldukça keskin sınırları olan bilim camiasında bile birer birey olarak kabul edilen hayvanların, teklifte birer biblo, süs eşyası olarak tanımlandığının bir kanıtıdır.
TEKLİF, HAK KAVRAMINI YORUMLAMAKTAN BİLE ACİZ ve TUTARSIZDIR!
Teklif, hayvan haklarını belli koşullara bağlı kalarak korumayı amaçlamaktadır. Bu belli koşullar da hayvanların köleliğini ya da haklarının istismar edilmesini önlemeyi değil, hayvanların “insanî” veya “kabul edilebilir” yöntemlerle sömürülmesini ve imhasını kolaylaştırmaktadır. Örneğin, “Hayvanlara büyük acı, ızdırap, korku veren tıbbî, ticarî ve bilimsel deneylerin yerine alternatif yöntemlerin kullanılması esastır” denilse de “Başkaca bir seçenek olmaması halinde, hayvanlar bilimsel çalışmalarda deney hayvanı olarak kullanılabilir” maddesinin hemen bu bendin ardından yazılması, teklifin, hayvan sömürüsünde bir sakınca görmediğinin kanıtıdır.
Kanunun 10. maddesine eklenen “Hayvanları kumar, eğlence, gösteri amacıyla kullanmak ya da kullandırmak, bu yolla onlar üzerinden ekonomik çıkar sağlamak veya üçüncü şahısları bu nedenle teşvik etmek ya da azmettirmek yasaktır” hükmü, Türkiye sınırları dışından gelen hayvanlı sirkleri kapsamamaktadır. Türkiye’de halihazırda faal, düzenli bir hayvanlı sirk olmadığı bilindiğinden, bu maddenin de göz boyamak amacıyla eklendiği aşikârdır.
Teklifin değiştirilmesini önerdiği 16. maddede ise “sahipsiz” ve güçten düşmüş hayvanlar için kullanılacak Bakanlık ödeneğinin malî kaynakları arasında “Türkiye Jokey Kulübü’nün at yarışlarından elde ettiği yıllık gelirinden %2 oranında pay” ve birçok hayvan sömürüsünden gelecek paylar da bulunmaktadır. Teklifin, Kanunun 10. maddesine eklemek istediği hayvanlar üzerinden ekonomik çıkar sağlamayı yasaklayan maddenin içeriğinin ne kadar boş olduğu, 6 madde sonra karşımıza çıkmaktadır.
HAYVANLARIN YASAL OLARAK DAHA KOLAY ÖLDÜRÜLECEĞİ BİR SÜREÇ BAŞLIYOR
Teklifin yasalaşması halinde, “tedaviye cevap vermeyen” hayvan olarak tanımlanacak hayvanlar hakkında “uyutma” kararı bir ya da birkaç veteriner hekimce verilebilecek; 5996 sayılı Kanunda ise zaten bu uygulama veteriner hekim kararı ile ya veteriner hekim tarafından ya da veteriner hekim gözetiminde yapılabilmektedir. Kısacası bu teklif, hayvan cinayetlerinin meşrulaştırılmasına katkı sağlayacak; en temel ve en dokunulmaz hak olan yaşam hakkının, SADECE BİR KİŞİNİN kararıyla hayvanların elinden alınabilmesini mümkün kılacaktır.
UYUTMA/ÖTANAZİ, HAYVANLAR İÇİN ASLA BİR HAK OLARAK DEĞERLENDİRİLEMEZ
“Hayvanları uyutma” olarak anılan ötanazi uygulaması, “modernleşen” toplumda hayvan cinayetinin “kibarca” ifade ediliş biçimi haline gelmiştir. Tıp literatüründeki ötanazi teriminde, bireyin kendi talebi esas alınmasına rağmen, insanların bile ötanazi isteklerinin sadece birkaç ülkede kabul gördüğü bilinmektedir. İnsan üzerinde bu kadar tartışılan bir konuyu, taleplerini dile getiremeyen hayvanlar üzerinde uygulamak, yaşama karşı ciddi suçlar işlenmesine neden olacaktır.
Günümüzde ötanazi adı altında işlenen hayvan cinayetlerinin sayısı oldukça fazladır ve “uyutma” terimi bu cinayetlerin örtbas edilmesinde çok iyi bir araç haline getirilmiştir. Bir türün diğer bir tür hakkında böyle bir karar vermesi etik açıdan kabul edilemez bir durumdur.
Bu kanun teklifi ile 5996 sayılı Kanunda “ısınma turları” yapılan katliamların önü iyice açılaraktır. Hayvan için “uyutma”, yani diğer adıyla ÖLDÜRME/İNFAZ kararının tamamen hekimin inisiyatifine bırakılması sağlamlaştırılarak hayvanların öldürülmesi kolaylaştırılacak ve “uyutma” kararı gerektiren çok istisnai durumlar olmadan, sakatlığı nedeniyle ya da kısa süreli tedaviye cevap vermediği için birçok cinayetin bu yolla işlenmesine olanak tanınacaktır.
Uyutma/ötanazi uygulamasına “acıya son verme” işlemi olarak bakılması da çok yanlış bir görüştür. Çünkü hayvanlara ötanazi uygulanırken -bir de belediye barınaklarında uygulanıldığı düşünüldüğünde- çoğu kez genel anestezi uygulanmadığından hayvan ölüme yaklaştıkça ciddi şekilde acı çekmektedir. Ancak bu gerçek, çoğu kez ötanaziyi uygulayan hekimler tarafından ne yazık ki belirtilmemektedir.
Ayrıca bu eleştiri metninin içinde, devletin ve yerel yönetimlerin tutumları ve geçmişte yaşattığı zulümler nedeniyle “uyutma” konusunda neden bu kadar endişe duyduğumuza da ayrıntılı bir şekilde yer verilmiştir.
HAYVANLAR İÇİN ÖLDÜRÜLMEK ve ÖLDÜRMEK “HAK” OLAMAZ, HAK OLARAK TANITILARAK TEŞVİK EDİLEMEZ
Yeryüzüne Özgürlük Derneği olarak, yukarıda, “uyutma” hakkındaki yorum ve görüşlerimizde de yer verdiğimiz nedenlerden dolayı bu teklifin meclisten geçmesinden büyük endişe duymaktayız. Ayrıca, hayvanlara yeni haklar tanınacakmış gibi ya da “uyutma”yı “acı içinde kıvranan hayvan”lara büyük bir kolaylık sağlayacakmış gibi kamuoyuna duyurulmasından da büyük rahatsızlık duymaktayız.
Bu teklifin yasalaşması ile binlerce hayvan için “kılıfına uydurulmuş” ölüm kararları çıkarılacak, Türkiye şartları göz ardı edilerek ve dayatmacı bir zihniyetle, hangi amaca hizmet ettiği alenen belli olan, hayvan konusuna kasıtlı olarak yanlı yaklaşan mevcut mevzuat nedeniyle zaten hiçbir zaman haklarını kullanmalarına ve yaşamalarına izin verilmeyen, sömürülmelerinde bir sakınca görülmeyen hayvanların yaşam hakları bir bir ellerinden alınacaktır.
BU TEKLİF, ZULMÜ ONAYLAYAN “HAYVAN REFAHI” DÜŞÜNCESİNİ BENİMSEMİŞ BİR FEDERASYONUN ÇALIŞMASIDIR
CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, bu yasa teklifinin, Türkiye’nin hayvanlarla ilgili ilk ve tek federasyonu olan Haytap’la ortak çalışmaları sonucunda ortaya çıktığını beyan etmiştir. Yasa teklifinin hayvan aleyhindeki belirgin yaklaşımı, diğer mevzuatla ihtilafları, yasanın gerek genel gerekçesinde gerekse gerekçeli maddelerinde kullanılan dilin, devletin hayvanı “sorun” olarak tanımlamasında kullandığı dille birebir benzerlik göstermesi Haytap’ın asıl derdinin, hayvanların özgürleşmesi ya da kurtuluşa ermesi değil, hayvanların “makûl” yöntemlerle bertaraf edilmesi olduğu aleni bir şekilde kesinlik kazanmıştır.
Türkiye’deki hayvan barınaklarında, belediyelerde hayvanlara yaşatılan zulüm hakkında ilkokul çağındaki çocukların bile bilgisi varken Türkiye’nin “ilk ve tek” hayvan federasyonunun, bu gerçekleri bilmemesi de beklenemez. Bu da Haytap’ın, hayvanların acısız bir şekilde öldürülmesinin, nasıl bir katliama sebebiyet vereceğinin bilincinde olduğunu, bu seçimi bilinçlice yaptığını göstermektedir. Ayrıca Haytap, ne hayvanları ne de hayvan hakları aktivistlerini temsil yetkisine sahiptir. Hayvanlar açısından son derece sakıncalı maddeleri içeren bu yasa teklifi için diğer STK, kuruluş ve oluşumların görüşlerine başvurulmamış olması, şüphe uyandıran ve özeleştiri verilmesi gereken bir tutumdur.
Bizler, hayvanların lehine olan bir yasa teklifinin daha en başında devletçe reddedileceğini bildiğimiz ve hayvan zulmünün yasalarla sonlanmayacağının bilincinde olduğumuz için, hayvanlar için herhangi bir yasa teklifi sunma gibi bir çaba içerisine girmememekteyiz, ilkelerimiz gereği böyle bir çaba içine girmemiz de beklenemez. Ancak, CHP gibi hayvan haklarına duyarlı olduğunu iddia eden siyasî partiler bilmelidir ki bu ülkede faal olan hayvan hakları ile ilgili STK ve örgütlerin birçoğu, uyutarak/öldürerek ya da “insanî” olarak sunulan yöntemlerle hayvanların bertaraf edilmesine izin verebilecek ya da bunu aklından geçirebilecek kadar, düzenin bir parçası olmayacak ve bu zulüm teklifine karşı çıkacaktır.

BU YASA DEĞİŞİKLİĞİ TEKLİFİNE ŞİDDETLE KARŞI ÇIKIYORUZ
Yeni hayvan katliamlarının önünü açacak olan ve “hayvan refahı” düşüncesini temele oturtarak zulmün sonlandırılmasını değil, hayvanların “insanî” yöntemlerle ortadan kaldırılmasını sağlayacak olan bu yasa teklifi, ivedilikle meclisten geri çekilmelidir. Şayet maksat, hayvan haklarının gözetilmesi ise, gereksinimi duyulan yeni yasa, hayvan hakları konusuna yıllarını vermiş, hayvanları tanıyan, onları anlayabilen ve onların “bireyliği”ni, yaşamlarını, duygularını, bedenlerini önemseyen STK ve oluşumlarla birlikte, katılımcılık ve çoğulculuk ilkesi ile tekrar ele alınmalıdır.
Haklara ve yaşama saygı duyan tüm STK, oluşum, grup ve aktivist çevrelerini bu yasa değişikliği teklifine tepki vermeye, bu konuda kamuoyu tepkisini örgütlemeye çağırıyoruz.

Lütfen uyarılarımızı dikkate alın ve çok geç olmadan zulümleri, cinayetleri, katliamları meşrulaştıracak bu kanun teklifine tepkinizi gösterin.
YERYÜZÜNE ÖZGÜRLÜK DERNEĞİ